18 Kasım 2011 Cuma

Varlık 1-2 Yokluk


Aslolan varlık mıdır yoksa yokluk mu? Varlığın sorgulandığı dünyamızda yokluğun varlığından bahsetmeyişimiz bir çelişki olabilir mi? İnsanoğu belki farkında değil ya da yokluk göz ardı etmek istediği bir olgu sadece. Var oluşumuzdan ötürü olsa gerek, her zaman bir neden arayıp durduk varlığımızın altında. Bunu çözümlediğini düşünenler de var, yıllarca arayıp bir cevap bulamayan da. Sahip olduğumuz bilgi ve materyaller farklı sonuçlara ulaşmamıza yardımcı olabilir. Ancak bunları baz almak istemeyenlerin sorularının cevapsız kalacağı da aşikâr. Buna paralel olarak, her bireyin (varlığı sorgulayan veya cevap arayan) tatmin olacağı cevaplar farklı olacaktır. Çünkü bu arayışın sonunda kimi huzuru bulmak isterken, kimi de varlığından vazgeçmesine sebep olabilecek bir sonuçla karşılaşmamak isteyecektir. Veya vazgeçmesine engel olacak ufak bir yanıt yakalamak isteyecektir. Sonuç, öyle ya da böyle kimisini mutlu ederken, kimisini mutsuz edecektir. Çünkü net bir cevap bulmanın pek te mümkün olmadığı ortadadır.

Yokluğun durumu biraz daha farklıdır. Bunun maddi (para, ev vb.) yokluk olarak algılanması yanlış olur. Zira varlığa paralel olarak yokluğun da manevi bir durum olduğunun farkında olunması gerekir. Çünkü şu an günümüz popüler kültür ve emperyalist yaşam tarzına adapte olmuş halk ve insanların bu durumdan bi haber oldukları da ayrı bir konudur. Yokluk deyince, ilk düşünülen şey şu an var olan bizlerin öldükten sonra yok olacağı şeklindedir. Ancak aslında var olmadan önce de yok olduğumuzun bilincinde olmak şarttır. Çünkü olmayan tek bir hücrenin var olan bir canlı bünyesinde oluşması ve o hücrenin bir başka canlıda bir yumurtada hayat bulması oldukça enteresan bir olaydır. Hangi minerallerden oluştuk, hangi besin maddelerinin sonucunda açığa çıktık, bilinmeyen ve bilinmesi mümkün de olmayan (günümüz tıp sınırları dahilinde) bir durum. Varlık ve yokluk birbirini tamamlayan iki eylem olduğu gibi birbirinin zıttı görünen olgulardır da. İki kez yok olan varlığımızın, var iken de mutlak yokluğa erişeceğini zaten biliyoruz. Peki yokluğumuzun var olacağını varlığımızdan önce kim biliyordu? Elbette hiç kimse. Şunu anlıyoruz ki, var olmadan önceki yokluğumuz, var olduktan sonraki yokluğumuzla fiziksel olarak benzeşse de mental olarak aslında algılayabileceğimiz veya kaldırabileceğimiz şeylerden biraz daha fazlası gibi görünüyor.

Şu an ki varlığımızın sebeplerini ararken bakmadığımız bir yer; varlığımızdan önceki yokluğumuz. Maddesel olarak oluşum sürecimizden önce ne gibi sebepler veya ne gibi tesadüfler sahip olduğumuz varlığı elde etmemizi sağladı? Elimizde olmayan iki adet yokluk ve bir varlık sürecine sahibiz. Ancak varlık, yoklukla doldurulamayacak kadar değerlidir. Felsefik boyutlarını bırakın felsefeciler tartışa dursun, varlığınızın ikinci yokluğunuza kadar olan kısmının gerçek manasıyla 'var' olmasını siz sağlayın.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

formspring.me

haydi sor sor :)... http://formspring.me/nanikdepresiff

10 Nisan 2011 Pazar

formspring.me

haydi sor sor :)... http://formspring.me/aralmn

31 Mart 2011 Perşembe

Su, Sevgi, Nefret

Denizler ve okyanuslar. Alabildiğine uçsuz bucaksız, bir kıyıdan baktığında ufuktan ötesini göremediğin sular. İnsanın kulağına çok basit geliyor aslında. Deniz ve okyanus. Biri birinden biraz daha büyük. Sayı olarak biri diğerinden daha fazla. Tanım olarak birbirlerinden farklılıkları olsa da aslında pek te farklı değiller. Şöyle ki; iki Hidrojen ve bir Oksijen atomunun bir araya gelmesiyle su molekülü oluşuyor ve bu moleküllerin milyonlarca, milyarlarca veya trilyonlarca, hatta daha da fazlasının bir araya gelmesi denizleri ve okyanusları oluşturuyor. Moleküller haricinde ihtiva ettikleri yine milyonlarca canlı ve cansız bünyeyi barındırıyorlar. Ancak işin özünde sadece iki Hidrojen ve bir Oksijen atomu var. Peki ya insan?

Buraya kadar anlattıklarım yapacağım teşbih için fikir edinme aşamasıydı. Şimdi insanı irdeleyelim.

İnsan... Dünya üzerinde milyarlarcası doğmuş, ölmüş ve yaşayan canlı türü. Bir çok farklılıkları olan bir çok insan ırkı var. Asyalı, Afrikalı, Avrupalı vs... Irk ve kişilik olarak farklılıkları olsa da aslında aynı şeyleri yaşayıp ifa eden, farklı zaman ve mekanlarda bir çok ortak paydayı farklı tarzlarda paylaşıp yaşamını idame ettiren milyarlarcasıyız. Bir çok farklılığı kişilik ve bünyesinde barındırsa da insan, (fizik ve mental yapısı farklı formlarda olmasına rağmen) aslında iki şeyi istisnasız her biri taşır: sevgi ve nefret. Evet, su molekülünün Hidrojen ve Oksijen ile oluşması gibi insan da yalnızca sevgi ve nefret duygularının birleşmesiyle insan olur. Şöyle düşünelim; insan hayatından bir çok şey gelip geçer ya da gelir ve kalır veya başta vardır sonra gider. Örnek vermek gerekirse, anne & baba sevgisi. Bu duygu doğduğumuz andan itibaren içgüdüsel olarak sahip olduğumuz bir duygudur. Zamanla çocuk, öncelikle anneye bağlanır, sonra baba sevgisi gelişir. Kötü ebeveynlere sahip çocukların ise doğduklarında edindikleri sevgi, zamanla yerini nefret duygusuna bırakır. Aklın bir köşesinde çok derin kazınan fikirler zaman geçse de kaybolmaz. Bir çocuk, anne babasına karşı nefret ya da sevgisiz bir yaklaşımda (nötr diyebiliriz) bulunamaz. Çünkü hissiyat dünyamızda şöyle bir algı vardır; hayatmızın önemli yerlerinde bulunan kişiler veya olgular ya sevgi ile barınır ya da nefretle. Nötr durabileceğimiz şeyler ise bizim için önem teşkil etmeyen veya hayatımızın içine girmeyip teğet geçen kişi ya da olgulardır. Sevgi ve nefret önem verdiklerimiz üzerinde oluşur. Azalabiliteleri olsa da tamamen kaybolabilmeleri mümkün değildir. Bu örneklemeye sevgilinizi, bir lideri veya bir arkadaşınızı da katabiliriz.

Kişilerden başka farklı olgular üzerine de insanın sevgi ve nefret duyabilme yeteneği oldukça gelişmiştir. Ancak çok ince bir detay vardır burda. Bir insan bir müzik türüne veya bir spor dalına nefret ve sevgi duyabilir. Bu olgulara karşın duyguların oluşmasında olgu ve türlerin tek başına etkisi yoktur. Ana sebepleri ancak ve yine insan kaynaklı olmak üzere bahsettiğimiz ve benzeri olgulara bu duygular oluşup gelişebilir.

Aslında kulağa çok basit gelen ve hepimizin hemen her gün benzeri sebep ve olaylarla yaşadığımız bu duyguların, iyi & kötü, güzel & çirkin gibi karşıt algılarla başımıza geldiğinin farkında değiliz. Yazımın başında verdiğim su örneğiyle sona gelelim.

Hidrojen ve Oksijen. İki ayrı gaz atomu, bir kimyasal tepkime ve neticesinde oluşan su. İnsan, oksijene bağımlı bir canlı. Oksijene olduğu gibi suya da bağımlı. Ayrıca insan vücudunun %70 kadarının sudan oluştuğunu biliyoruz. Hidrojen ise Oksijene göre insan için oldukça zararlıdır. Hidrojen dolu bir ortamda nefes almaya çalışmak demek bir kaç saniyede ölmek demektir(uçan balonları söylemek isterseniz, balona ateşle yaklaşmamanızı tavsiye ederim, zira Hidrojen yanıcı bir gazdır). Bu tanım ve açıklamalar neticesinde Hidrojeni nefrete, Oksijeni sevgiye benzetebiliriz. Şöyle ki; oksijen yani mutluluk insanın her zaman olmazsa olmazıdır. Hidrojen yani nefret ise insanı asabiyete sürükleyip doz aşımında öldürebilecek kadar güçlüdür. Bu benzetmelerin sonucunda, nefret olmasa daha güzel olur diyebilirsiniz, ancak insan vücudu oksijensiz yaşayamadığı gibi susuz da yaşamını sürdüremez. Bir kez daha tekrarlayalım; su, iki Hidrojen ve bir Oksijen. Peki insan? Evet! 'Nefret' ve 'Sevgi' ...

26 Mart 2011 Cumartesi

kısa giriler...

" 'hayattan bir beklentim yok' diyenler, bu dünyada ki en büyük "istemem yan cebime"cilerdir."
"hayaline sarıldım, yorganımı çektim, sıcacık ayaklarınla buz kesmiş ayaklarımı ısıtıyorum. nefesin süzülürken boynumdan ellerimle sıkıca tutuyorum seni; yanımdaymışçasına. seni sevmekten alıkoyamıyorum kendimi..."
 "saçlarım beyazladı, beyazlamasını umduğum bir günde. dişim kırıldı, ağzımdan kan kusmak istediğimde. bir sen kırılma diye sustum, kendime saygı duyduğumdan değil..."
"öteleyebileceğimiz bir zaman dilimi içerisinde, özgüvenimizi şevk ile biriktirip zevk ile harcayalım. ne de olsa elimize geçtiğinde hep harcıyorduk. bu kez de zengin taklidi yaparız..."
"gözlerim kalbimi hep kıskandı. çünkü kalbimin gördüğü gerçek güzelliklere karşın, gözlerim hep yapay ve sahte güzellikler gördü..."
"sessizliğimi yırtıp parçaladım tek başıma. sonra üzüldüm, hissiyatımı en derinden anlatabilen bu sükun olguya. her daim arkamda dururken, sanırım ihanet etmiştim ona..."